Son yıllarda artan gıda fiyatları üzerinde nüfus artışının, azalan tarımsal üretimin, enflasyonist beklentilerin ve değişen iklim koşullarının etkisi oldukça fazla… Ancak, tedarik zincirinin ilk halkasındaki tarımsal üreticiler ile tedarik zincirinin son halkasındaki nihai tüketiciler sürecin en çok mağduriyet yaşayan tarafları. Üretici kesimin en büyük şikayeti “ürünün tarlada para etmemesi”… Tüketiciler açısından bakıldığında ise enflasyonist etkilerin dışında ciddi bir pahalılık söz konusu. Geçtiğimiz bahar aylarında yaşanan don olayları da yaz döneminde tezgahları süsleyen vişne, kiraz veya limon gibi meyve ve sebzelerin fiyatını oldukça artırdı. Bu durum piyasadaki pahalılığı ise daha da içinden çıkılmaz hale getirdi.

Piyasa ekonomisi paradoksu
Peki, tarımsal üreticileri memnun etmeyecek ölçüde düşük olan fiyatlar, tezgahın diğer tarafındaki nihai tüketicinin önüne geldiğinde neden fahiş bir hale geliyor?

Cevabı öğrenebilmek için üreticiler ve tüketiciler arasındaki karakutunun aralanması zorunlu hale geliyor. Bu karakutunun içerisinde taşımacılar, komisyoncular, tüccarlar, halciler başta olmak üzere pek çok kesim bulunuyor. Tarımsal ürünlerin tezgahlardaki yerini alması için taşıma, enerji, işçilik giderleri gibi pek çok maliyet unsuru var. Bu maliyet unsuru kalemlerin dışında piyasa şartları için anormal sayılabilecek kârlar da söz konusu. Tedarik zinciri içerisine yer alan kesimlerin sayısı arttıkça tarlada 5 TL olan bir ürünün tezgahtaki fiyatları 70-80 TL düzeyine kadar yükselebiliyor. Bu durumda ortaya çıkan toplumsal tepkinin karşısına ise “serbest piyasa ekonomisi” söylemi dikiliveriyor!

Serbest piyasa ekonomisi söyleminin arkasına sığınan kesimler bilinçli veya bilinçli olmadan tekelci uygulamaların bayraktarlığını yapmış oluyor. Çünkü serbest piyasa ekonomisi kuralsız bir ekonomik örgütlenme biçiminden ziyade hiçbir iktisadi aktörün sosyal, politik, kültürel farklılıklarına bakılmaksızın ekonomik meziyetlerini sunabilecekleri bir piyasa yapısını ifade eder. Bir piyasada çok sayıda üretici ve tüketici olduğunda, üreticilerden herhangi birisi serbest piyasa ekonomisi söyleminin arkasına sığınarak fiyat yükseltmeye cesaret edemeyecek ve eğer ederse tüketicilerin daha ucuza üretim yapan üreticileri tercih etmesi sonucu olarak da cezalandırılmış olacaklardır. Eğer bir kesim üreticiler günümüz koşullarında tüketiciler tarafından ekonomik olarak cezalandırılma tehdidinden uzaksa, bu piyasaların serbest piyasa değil tekelci özelliklere sahip ve belirli firmaların kontrolü altındaki piyasalar olması nedeniyledir.

Pahalılığın çözümü için nasıl bir müdahale gerekli
Son dönemde devletin piyasalara müdahale ederek, tezgahtaki pahalılığın önlemesi yolunda bazı haklı talepler var. Thomas Hobbes’un ünlü Leviathan eserinde olduğu gibi devletin sert eli bazen tüm ekonomiye zarar verebilmektedir. Yakın zamanda basında gündeme gelen devletin gıda ürünlerindeki pahalılığı önleme adına “tavan fiyat” uygulama ihtimali devletin sert eline bir örnek. Tavan fiyat uygulaması her ne kadar tüketicileri korumaya yönelik bir uygulama setini gündeme getirse de piyasaya yeteri kadar ürün çıkmaması durumunda ciddi kıtlıklara ve karaborsaya varan sonuçları gündeme getirecektir. Devletin pahalılığı önleme konusundaki yumuşak eli ise bir taraftan yanlış bilinen serbest piyasa ekonomisinin doğru biçimde işlemesini sağlayacak önlemleri almak, diğer taraftan da piyasaya hâkim olan tekelci yapıların önüne geçerek piyasadaki rekabet gücünü artırmak. Tedarik zinciri içerisindeki tekelci yapıların çözülmesi ve bu alanlardaki piyasa aktörlerinin sayısının çoğalması, rekabeti artırdığı gibi firmaların fiyatları değiştirme konusunda tüketiciler tarafından cezalandırma ihtimallerini de artıracaktır. Sonuç olarak; “oyunun kuralları”nı doğru koymak ve piyasaları kendi kendine deneyebilir hale getirmek gerekiyor.