Haziran ayı ile birlikte enflasyonla mücadelede uygulanan yeni yol haritası henüz rakamlar üzerinde tam anlamıyla etkisini göstermese de kararlı duruş karşısında her zaman bir umut ışığı var. Talebi baskılama üzerine kurgulanan ortodoks reçetenin başarı şansı halen arz şoklarının etkilerine bağlı. Özellikle seçim sonrasında “rasyonel” tercihler üzerine şekillenen parasal pozisyon çerçevesinde TL’de yaşanan değer kaybı ile birlikte vergilerdeki ve enerji fiyatlarındaki artışlar tüketici fiyatlarındaki yıllık artışı Haziran-Eylül döneminde % 38,21’den % 61,53’e taşısa da Eylül-Kasım döneminde tüketici fiyatlarındaki değişim yıllık bazda yatay bir seyir izledi. Elbette bu sonucun arkasında parasal sıkılaşma, kredi kontrolleri, cari açığın belirli düzeyde kontrol altına alınması gibi durumlar olduğu kadar, üretici fiyatlarındaki gerilemenin de önemli etkileri bulunuyor. Pandemi dönemiyle birlikte TÜFE’nin üzerinde seyreden ÜFE, 2023 yılı Temmuz ayı ile birlikte TÜFE’nin altında seyretmeye başladı. Bu durum maliyet yönlü etkilerin fiyatlar üzerinde oluşturduğu baskının da nispeten azaldığına yönelik bir işaret.

Enflasyonist etkiye yol açan pek çok faktörün yanında son dönemde temel tartışmalardan biri de “ücret artışları”nda yürütülüyor. 

TCMB tarafından yayınlanan 2023 yılı IV. Enflasyon raporunda da ücret artışlarının talep ve maliyet kanalları üzerinden enflasyonist baskıya yol açtığı hususuna yer verilmişti. Ancak bu rapordan daha önce Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek tarafından 2024 yılı itibariyle ücret ve maaş artışlarının gerçekleşen enflasyona göre değil “hedeflenen” enflasyona bağlı olarak yapılacağı konusunda bir açıklama da yapıldı. Tabi ki ücret artışları firmalar için bir maliyet unsuru olduğu kadar devlet için de maaşlardaki artışlar bütçe gerçekleşmeleri için önemli bir kalem. Diğer taraftan ortodoks iktisat anlayışı düşük gelirli kesimlerin yüksek tüketim eğilimine sahip olması felsefesinden yola çıkarak, enflasyonun kontrol altına alınmasında düşük gelirli kesimin satın alma davranışlarının törpülenmesine büyük önem veriyor. Aslında 2024 yılında ücret ve maaş zamları için öngörülen bu eğilim ortodoks enflasyonla mücadele programlarının vazgeçilmez unsuru. Yüksek ücret ve maaş zamlarının yüksek fiyat artışlarının bir sonucu olduğu düşünüldüğünde, gelecek dönemde enflasyonun maliyetinin yine düşük gelirli kesim üzerinde daha fazla hissedilebileceği de ortaya çıkıyor. 

Peki ücretler ve kârlar çerçevesinde enflasyonu en fazla besleyen kalem hangisi?

Aslında dünyada son yıllarda görülen yüksek enflasyonist süreç önemli bir kavrama dikkat çekilmesine yol açtı: Greedflasyon. Kısaca “enflasyon fırsatçılığı” olarak ifade edilebilecek bu kavramla birlikte, enflasyonun temelinde ücret artışlarına kıyasla kârların daha belirgin olduğu savunuluyor. IMF öncülüğünde Hansen, Toscani ve Zhou tarafından Haziran ayında yapılan bir çalışmada 2021 yılından beri Euro bölgesinde şirket kârlarının ücretlere kıyasla enflasyonu daha fazla etkilediği ortaya konulmuştur. Öte yandan TCMB’nin 2023 yılı IV. Enflasyon raporunda da Haziran ayında dönemsel fiyatlama davranışlarının yıllık TÜFE oranına etkisi çok küçükken, Eylül ayında bu etkinin % 10,4’e yükseldiği belirtilmektedir. Haziran-Eylül döneminde ücretlerin TÜFE oranına etkisi ise sırasıyla % 8,3 ve % 8,8’dir. Enflasyonun sebebi olarak ücret ve maaş artışlarını kontrol altına almak kolayken, kârların kontrol altına alınması da bir o kadar zor. Hedeflenen enflasyona uygun olmayan dönemsel fiyatlama davranışları ve kâr beklentilerinin enflasyonla mücadele sürecini uzatacağı ve sabit/düşük gelirli kesim üzerindeki olumsuz etkilerin daha uzun vadeye yayılacağı gerçeğini de göz ardı etmemek gerekiyor.