Sokaktaki adıyla “sonsuz kimyasallar”, bilinen adıyla PFAS (per- ve polifloroalkil maddeler)… Bu aileye “sonsuz” denmesi tesadüf değil: Karbon-flor bağları o kadar güçlü ki doğada neredeyse hiç bozulmuyorlar. OECD’nin teknik tanımı, PFAS’ı en az bir tamamen florlanmış metil ya da metilen karbonu içeren florlu organik bileşikler olarak sınırlar; yani bu başlığın altında binlerce bileşik var ve her yıl yenilerini öğreniyoruz.

PFAS’lar 20. yüzyılın ikinci yarısında “mükemmel malzeme” hayaliyle günlük hayatımıza girdi: yağ-su itici tekstiller, tencere-tava kaplamaları, gıda ambalajları, yangın söndürme köpükleri, elektronikler, tıbbi cihazlar… Dayanıklılıkları ürün için iyi; çevre için kalıcılık demek. Atıksu arıtma tesisleri, endüstriyel sahalar ve eğitim alanları “sıcak noktalar” oldu; kalıcı ve hareketli türler su yolları boyunca taşınıp içme suyuna, toprağa ve gıdaya karıştı. Balık ve yumurta, Avrupa’da maruziyete en çok katkı veren gıda grupları arasında. Bu yüksek kalıcılık ve yaygın kullanım, küresel çapta çevresel ve sağlık endişelerine yol açmaktadır. Su-yağ itici ve ısı/kimyasal dirençli oldukları için; yangın söndürme köpükleri, tekstil/halı kaplamaları, gıda ambalajları, kaplama ve boyalar, elektronik, tıbbi cihazlar ve daha birçok endüstride kullanılmış/kullanılmaktadır. Bu geniş kullanım PFAS’ın hava, toprak, yüzey/yeraltı suyu ve hatta yağmur suyunda bile saptanmasına zemin hazırlar.

Bilimin en güçlü uyarılarından biri bağışıklık sistemi üzerinden geldi. Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA), aşıya antikor yanıtındaki azalmayı “kritik etki” kabul ederek PFOS, PFOA, PFNA ve PFHxS toplamı için haftalık tolere edilebilir alımı 4,4 ng/kg olarak belirledi. Bu eşik, kan lipitleri gibi diğer olası etkileri de gözeterek hesaplandı. Yani “çok düşük düzeyler” dediğimiz yer, aslında pek de düşük değil.

ABD’de çevre kurumu EPA, Nisan 2024’te tarihi bir adımla içme suyunda PFOA ve PFOS için 4 ng/L (4 ppt) bağlayıcı standart koydu; PFNA, PFHxS ve GenX (HFPO-DA) için 10 ppt sınır getirdi ve bazı PFAS karışımları için Tehlike İndeksi yaklaşımını benimsedi. Bu, “ölçülebilir en düşük ve uygulanabilir” seviyeye çekilmiş bir koruma çıtasıdır; su idareleri için zor, halk sağlığı için gerek. “Peki kanıtlar nereden geliyor?” En kapsamlılardan biri, ABD’de C8 Bilim Paneli’nin çok yıllı epidemiyolojik çalışmalarıydı. PFOA maruziyeti ile yüksek kolesterol, tiroit hastalıkları, ülseratif kolit, gebelikte hipertansiyon, böbrek ve testis kanseri gibi sonuçlar arasında “olasılıkla bağlantı” saptandı. Özetle, PFAS hikâyesi “sadece laboratuvar faresi” öyküsü değil; insan verisi var ve giderek güçleniyor.

Bir başka kırmızı bayrak, gezegen sınırları tartışmasından geldi: 2022’de yayımlanan bir çalışma, yağmur suyundaki PFOA/PFOS düzeylerinin dünyanın birçok yerinde kılavuz değerleri aştığını göstererek “güvenli işletim alanının dışında olabiliriz” dedi. Bu, “artık sadece yerel bir kirlilik değil, küresel bir maruziyet arka planı” anlamına geliyor.

Tarım boyutu, çoğu zaman mutfağımızdan fark ettiğimiz noktadır. Arıtma çamurlarının (biosolid) tarlalara verilmesi PFAS’ı toprak-yem-süt/et zincirine taşıyabilir; kısa zincirli PFAS’lar mobil, uzun zincirli olanlar biyobirikim eğilimli. Avrupa’nın “balık ve yumurta”yı maruziyet kaynakları arasında başa yazması tesadüf değil. Gıda güvenliği penceresinden bakınca, tarımsal girdiler ve gıda ambalajı prosesleri PFAS risk iletişiminin zayıf halkaları.

Neyi yapabiliyoruz, neyi yapamıyoruz? İyi haber: İçme suyunda granüler aktif karbon, iyon değiştirici reçine ve ters ozmoz bugün en etkili teknikler arasında. Kötü haber: Bu teknolojiler yakalama/ayırma yapıyor; yok etme (destrüksiyon) tarafı hâlâ gelişiyor. Yoğunlaştırılmış konsantrelerin nihai bertarafı için süperkritik su oksidasyonu, ileri elektrokimyasal/plazma yaklaşımları gibi yöntemler üzerinde çalışılıyor. Yani musluk suyunda çözüm var; ama “sonsuz” nitelemesi bertaraf basamağında karşımıza yine çıkıyor.

Regülasyon cephesinde Avrupa Birliği, su mevzuatını PFAS toplam standartlarıyla güncellerken; Stockholm Sözleşmesi kapsamında bazı PFAS’lar kalıcı organik kirletici (POP) olarak listelendi. Bu, yalnızca ölçüm ve izleme değil, kademeli ikame ve kullanımın daraltılması anlamına geliyor. Satır arası: Tartışmaların çoğu, “hangi tanım?” ve “hangi kapsam?” sorularında düğümleniyor; bilim camiası geniş OECD tanımına yaslanmanın gerektiğini vurguluyor

PFAS meselesi aslında yalnızca kimyanın değil, insanlığın hafıza testidir. Yıllar boyunca üretim ve konfor uğruna çevreye saldığımız bu bileşikler şimdi musluklarımızdan, topraklarımızdan ve sofralarımızdan bize geri dönüyor. “Sonsuz kimyasallar” dendiğinde aklımıza gelen şeyin doğa değil, bizim sorumsuz sürekliliğimiz olduğunu artık kabul etmeliyiz.

Bilim bize çok açık söylüyor: Bu maddeler doğada bozulmuyor, canlılarda birikiyor ve bağışıklık sistemimizden endokrin dengemize kadar uzanan bir zinciri etkiliyor. Dünyanın en güçlü bağlarından biri olan karbon-flor bağı, artık insanın doğayla kurduğu en zayıf bağlardan birine dönüşmüş durumda.

Bugün önümüzde iki yol var: Ya hâlâ “maliyetli” diyerek kısa vadeli çözümlere sığınacağız, ya da geleceğin su kaynaklarını koruma sorumluluğunu bugünden üstleneceğiz. PFAS’ı yönetmek, yalnızca bir arıtma teknolojisi meselesi değil; etik, politika ve yaşam biçimi meselesidir. Üretimden tüketime kadar her halkada bir farkındalık zinciri kurmadan bu kirlenmeyi durduramayız.

Türkiye’nin bu konuda atacağı her adım, yalnızca ulusal bir çevre politikası değil, gelecek nesillere verilen bir söz olacaktır. Sonsuz kimyasalları hayatımızdan çıkarmak zor ama imkânsız değil. Asıl sonsuz olan, doğanın kendini yenileme isteği; yeter ki biz ona fırsat verelim.