Enerji, sadece kalkınmanın değil, aynı zamanda çevresel sürdürülebilirliğin de temel taşıdır. Bu nedenle enerji verimliliği, günümüzde sadece teknik bir mesele değil, aynı zamanda ekonomik ve stratejik bir zorunluluk haline gelmiştir.

Enerji verimliliği, Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin merkezinde yer almaktadır. Sabancı Üniversitesi IICEC tarafından yayımlanan “Türkiye Enerji Verimliliği Görünümü 2025” raporunda “Verimli Büyüme Senaryosu” kapsamında, 2053 yılına kadar yıllık ortalama %2,7 oranında enerji verimliliği artışı hedefleniyor. Bu senaryo, enerji yoğunluğunun 2023 seviyesine göre %57 azaltılmasını ve enerji ithalatının %69'dan %9'a düşürülmesini öngörüyor. Ayrıca, bu yaklaşım sayesinde 2053 yılına kadar 2,1 trilyon dolarlık bir tasarruf potansiyeli ortaya konuluyor.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın yayımladığı “Enerji Verimliliği 2030 Stratejisi ve II. Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı” ise, 2024-2030 döneminde enerji tüketiminde %16 azalma ve 100 milyon ton CO₂ eşdeğerinde emisyon azaltımı hedefleniyor. Bu hedeflere ulaşmak için kamu ve özel sektörün toplamda 20,2 milyar dolarlık yatırım yapması planlanıyor. Türkiye de bu farkındalıkla son yıllarda önemli adımlar atıyor. Ancak uluslararası karşılaştırmalar, bu yolda daha kat edilecek mesafe olduğunu gösteriyor.

Peki Türkiye bu tabloda dünya ile kıyaslandığında nerede duruyor?

Enerji yoğunluğu verileri oldukça açıklayıcı:

Türkiye, 1 dolar ekonomik çıktı üretmek için yaklaşık 4,5 MJ enerji harcıyor. Bu oran Almanya’da 2,7 MJ, Japonya’da 3,1 MJ, AB ortalamasında ise 3,2 MJ civarında. Yani biz, aynı ekonomik faydayı üretmek için daha fazla enerji tüketiyoruz. Bu da kaynak israfı ve daha yüksek maliyet demek.

Enerji verimliliği politikalarının gücünü ölçen ACEEE indeksinde Türkiye 100 üzerinden 52 puan alıyor. Almanya (75), İtalya (73) ve Fransa (69) gibi ülkelerin oldukça gerisindeyiz. Uygulamada hâlâ yapısal zorluklar ve bilinç eksikliği önemli engeller olarak duruyor.

Sanayideki uygulamalar da benzer bir tablo sunmaktadır. Almanya’da sanayi kuruluşları enerji verimliliği ağlarında ortak projeler yürütürken, Japonya’da ISO 50001 enerji yönetim sistemi birçok sektörde zorunlu hale geldi. Türkiye’de ise hâlâ gönüllü uygulamalar ağırlıkta ve katılım oranı sınırlı.

Tüm bu veriler gösteriyor ki, Türkiye enerjide verimlilik açısından fırsatın eşiğinde bir ülke. Hedefleri güçlü, potansiyeli büyük. Ancak bu potansiyeli gerçekleştirmek için daha fazla yatırım, daha güçlü kamu politikaları ve her şeyden önemlisi, uygulama kararlılığı gerekiyor.

Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı’nın (IRENA) yayımladığı son veriler, Türkiye'nin enerji dönüşümünde nerede durduğunu ve nereye evrilebileceğini anlamak açısından oldukça çarpıcı. Verilere göre Türkiye, Avrupa’da en yüksek yenilenebilir enerji kurulu gücüne sahip 5. ülke konumuna yükseldi. Bu, çevre dostu enerji üretiminde geldiğimiz noktayı gözler önüne seren önemli bir başarı.

Ancak bu güçlü konumun temel dayanağına baktığımızda, toplam kurulu yenilenebilir kapasitemizin %47’sinin hâlâ hidroelektrik santrallerden oluştuğunu görüyoruz. Yani Türkiye’nin yenilenebilir enerjideki liderliği, doğa koşullarına bağlı bir kaynağa, yani suya dayanıyor. Bu durum, enerji arz güvenliği açısından bazı riskler barındırsa da geçmiş yatırımların etkili sonuçlar verdiğini gösteriyor.

Rüzgâr enerjisinde ise Türkiye, Avrupa sıralamasında 7. basamakta. Eğer mevcut yatırımlar ve kapasite artış trendi devam ederse, İtalya’yı geçerek 6. sıraya yükselmemiz mümkün görünüyor. Ne var ki önümüzdeki ülkeler, yıllık ortalama %85 daha fazla yeni kurulu kapasite ekliyor. Bu da aradaki farkı kapatmanın her yıl daha zorlaşacağına işaret ediyor.

Güneş enerjisi tarafında ise tablo daha dinamik. 2015’ten bu yana Polonya ve Hollanda ile birlikte Avrupa’da en hızlı büyüyen üç ülkeden biri olduk. Eğer bu tempo korunursa, Türkiye yakın gelecekte güneşte Avrupa'nın ilk 5 ülkesi arasında yer alabilir. Ancak burada da dikkat çekici bir fark var: Almanya, son 10 yılda Türkiye’nin üç katı kadar güneş kapasitesi kurarak hâlâ ulaşılması zor bir lider konumunda.

Yenilenebilir kaynakların elektrik üretimindeki payı açısından Türkiye, Avrupa’daki ilk 15 ülke içinde 6. sırada yer alıyor. Bu da kurulu gücün sadece vitrinde kalmadığını, aktif üretime dönüştüğünü gösteriyor ki bu oldukça sevindirici.

Ancak bu başarı tablosunun gölgesinde bazı yapısal sorular duruyor:

Yatırım ortamı yeterince istikrarlı mı?

Şebeke altyapısı yeni teknolojilere ve dağıtık üretime ne kadar hazır?

Yenilenebilirde yerlilik oranı artırılabiliyor mu?

Yatırımcılar uzun vadeli öngörülebilirlik konusunda ne kadar emin?

Türkiye’nin enerjideki bu çıkışı, sürdürülebilirliğe duyulan ihtiyacın ve stratejik yönelimin bir sonucudur. Ancak bu ivmenin korunması için sadece kapasiteyi artırmak değil, aynı zamanda politikaların şeffaflığı, teknolojik dönüşüm, yerli üretim teşvikleri ve enerji verimliliği gibi konularda daha cesur adımlar atılması gerekmektedir.

Enerji sadece üretim değil, vizyon işidir. Bu vizyonu, güçlü veriler ve sağlam politikalarla inşa etme oldukça önemli. Bu stratejiler, sadece enerji tasarrufu sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda Türkiye'nin enerji güvenliğini artırmayı, dışa bağımlılığı azaltmayı ve ekonomik büyümeyi desteklemeyi amaçlıyor. Enerji verimliliği, Türkiye'nin sürdürülebilir bir geleceğe ulaşmasında da kilit bir rol oynuyor.