Türkiye’de iklim değişikliği artık yalnızca çevrecilerin gündeminde değil. Kuraklıklar, seller, aşırı hava olayları, tarım krizleri ve sınırda karbon düzenlemesi gibi gelişmeler, hepimize bunun ekonomik, sosyal ve stratejik bir mesele olduğunu gösterdi. Ancak böylesine önemli bir dönemde, Türkiye’nin yıllardır beklenen İklim Kanunu Tasarısı, 15 Nisan 2025 tarihinde TBMM Genel Kurulu'ndan geri çekildi. Üstelik kamuoyuna açık bir gerekçe dahi sunulmadan.
Türkiye’nin İklim Kanunu Yolculuğu
Türkiye’nin İklim Kanunu yolculuğu yeni değil. Bu kanunun gerekliliği uzun süredir biliniyor. Ancak bu ihtiyaç, yıllarca ertelendi. 2015’te kabul edilen Paris Anlaşması’nı Türkiye 2016’da imzalasa da 2021’e kadar onaylamadı. Nedeni ise finansman ve teknolojiye erişim talebiydi. Bu süre zarfında bir iklim kanunu çıkarılmadı.
Dönüm noktası 2021 yılıydı. Türkiye, 6 Ekim 2021’de Paris Anlaşması’nı TBMM’de onayladı. Aynı gün 2053 yılı için net sıfır emisyon hedefi açıklandı. Bu kararlar, sadece sembolik değildi; artık iklimle ilgili bir çerçeve yasası çıkarma zorunluluğu doğmuştu. Çünkü anlaşmanın iç hukuka aktarılması gerekiyordu. Ancak bu hedefler, somut adımlarla desteklenmediği sürece anlamını yitiriyor.
2022 ve 2023 yılları taslak çalışmalarıyla geçti. Ancak ortaya çıkan ilk taslak ne emisyon azaltımı ne de uyum stratejileri açısından yeterliydi. Net hedefler, bağlayıcı hükümler, uygulama mekanizmaları eksikti. Kanun taslağı, iklim adaleti gibi kavramlara da yer vermediği için ciddi eleştirilere uğradı.
2025 yılında taslak nihayet TBMM gündemine geldi. Komisyon aşamasını geçen tasarı, genel kurulda görüşülmeyi beklerken sürpriz bir kararla geri çekildi. 15 Nisan 2025’te yeniden komisyona gönderildi. Bu kararın gerekçesi kamuoyuna açıklanmadı. Ancak çevreci çevreler açısından bu bir geri adım olarak yorumlandı. İklim inkarcıları içinse belki de olumlu bir gelişmeydi.
Şimdi süreç yeniden belirsizliğe girdi. Paris Anlaşması'nı onaylamış bir ülke olarak, Türkiye’nin artık emisyon azaltımı, risk yönetimi ve finansman politikalarını yasal bir çerçeveye oturtması gerekiyor. Avrupa Birliği’nin uygulamaya koyduğu Sınırda Karbon Düzenlemesi gibi araçlar, böyle bir kanunun eksikliğini artık sadece çevresel değil, ekonomik bir risk haline de getiriyor.
Ben İklim Kanunu’ndan Neler Bekliyorum?
Öncelikle, bir İklim Kanunu’nda açık ve bağlayıcı emisyon azaltım hedefleri görmek istiyorum. Türkiye’nin 2053 Net Sıfır hedefi sadece bir vizyon beyanı olarak kalmamalı; bu hedefe nasıl ulaşılacağına dair yol haritası bu kanunda yer almalı. Hangi sektör ne kadar azaltım yapacak? Ne zaman ve nasıl? Bu sorulara net, ölçülebilir ve hesap verebilir cevaplar sunulmalı. Çünkü bu yalnızca çevre meselesi değil yaşam hakkı meselesidir.
Ben bu kanunda yalnızca hedefleri değil, bu hedeflerin nasıl hayata geçirileceğini de görmek istiyorum. Türkiye’nin iklim mücadelesini nasıl yürüteceğini görmek istiyorum mesela. Sadece iyi niyetli prensipler değil, somut eylem planlarıyla desteklenebilecek gerçekçi, bilim temelli politikalar görmek istiyorum. Fosil yakıtlardan çıkış nasıl olacak? Ulaşımda, tarımda, sanayide dönüşüm hangi araçlarla sağlanacak? Bunların cevabını bu kanun içinde bulmayı bekliyorum.
Aynı şekilde, Türkiye’nin iklim direncini nasıl inşa edeceğini bilmek istiyorum. İklim değişikliğinin etkileri artık teorik değil; yaşadığımız kuraklıklar, seller, orman yangınları bize bunu her yıl hatırlatıyor. Bu kanunda altyapı dayanıklılığından, afet risk yönetimine, gıda ve su güvenliğine kadar uyum (adaptasyon) politikaları da yer almalı. Özellikle kırılgan gruplar için sosyal destek mekanizmalarının, yerel yönetimlerin rolünün ve bölgesel risk haritalarının da bu çerçevede tanımlanması gerekiyor.
“Ama”ları olmayan bir kanun istiyorum. Bahanelerle yumuşatılmış hükümler değil, kararlılıkla uygulanacak düzenlemeler istiyorum. İklim eyleminin ertelenebilir bir lüks olmadığını, bu kanunu ihlal edenlerin yalnızca çevreye değil, topluma, ekonomiye ve gelecek kuşaklara zarar verdiğini açıkça ortaya koyan bir metin görmek istiyorum.
Bu kanun, yalnızca bir çerçeve metin değil; bir niyet beyanı değil, bir toplumsal sözleşme olmalı. Herkese sorumluluk yüklemeli ama sorumluluğun fazlasını karar vericilere, büyük emisyon sahiplerine, kaynakları kontrol edenlere vermeli. İklim mücadelesi sorumluluğu eşit değil adil bir şekilde paylaşılmalı!
Avrupa Birliği’nin 2021’de yürürlüğe koyduğu Avrupa İklim Yasası, bu anlamda iyi bir örnek teşkil ediyor. AB yasası, iklim nötr olma hedefini yasal olarak bağlayıcı hâle getiriyor ve tüm üye devletlere karbon bütçesi tahsis ediyor. Ayrıca her yılın karbon emisyonları, politikaların etkinliği ve uyum kapasitesi şeffaf bir şekilde izleniyor.
Kısacası, bizim bu kanuna acilen ihtiyacımız var. Sadece Paris Anlaşması’na taraf olduğumuz için değil. Tarımda, sanayide, kentleşmede, enerjide iklim risklerini bertaraf edebilmek, gelecek kuşaklara karşı sorumluluğumuzu yerine getirebilmek için.
Çünkü iklim değişikliği durmuyor, yavaşlamıyor, beklemiyor.
Ve biz, hâlâ bekleyerek zaman kaybediyoruz.