Son yıllarda, gıda güvenliği, dünyadaki gelişmiş ülkelerin neredeyse tamamı için en büyük öncelik haline geldi. Tarımsal üretim ve gıda güvenliği insan sağlığı, çevre ve ekonomi ile doğrudan ilgilidir. Gıda güvenliği ve güvencesi, günümüzde yaşanan pek çok sorunun bir araya gelmesi sonucu tehdit altındadır. Gıda güvencesinin istenilen düzeyde sağlanamamasının ana nedenleri olarak iklim değişikliği, tarımsal verim düşüklüğü ve biyoyakıt üretiminin artması beraberinde arzda yaşanan dalgalanmalar, fiyatlardaki artışlar, gelir seviyesindeki düşüş, kurumsal sorunlar ve uygulanan yanlış politikalar gösterilebilmektedir.

Gıda endüstrisi, doğal kaynakları bolca tüketen ve karbon emisyonu oluşumuna sebep olan bir sektördür. Bu endüstrinin sera gazı salınımındaki rolü yüzde 25 civarlarındadır. Gıda üretimi, karbondioksit emisyonlarının da 3’te 1’inden sorumludur. Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) raporunda, insanların beslenme alışkanlıklarını değiştirmediği sürece, Paris İklim Zirvesi hedeflerini tutturmanın mümkün olmadığı belirtilerek, beslenmede değişim çağrısı yapıldı. Beslenme alışkanlığımızın, iklim değişikliği üzerinde ne kadar etkili olduğunu rakamlarla değerlendirecek olursak yapılan çalışmalarla ortaya çıkan verilere bir göz atalım. Tarımsal üretim ve et endüstrisinin etkilerinin kıyaslandığı çalışmalarda çarpıcı bilgiler ortaya çıkıyor. Örneğin; su kullanımı açısından bakacak olursak 1 fincan kahve için harcanan su miktarı 140 litre, 1 kg muz 860 litre, 100 gramlık çikolata için 1.700 litre, 1 dilim ekmek 40 litre, bir adet sade pizza için 1.260 litre, 1kg sığır eti için 15.500 litre su harcanıyor. Rakamlardan anlaşıldığı gibi hayvancılık faaliyetleri, daha fazla tüketime sebep oluyor.

BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre; hayvancılık, sera gazı emisyonlarının yüzde 15’ini oluşturuyor. Bu emisyonlar ise hayvan tipine göre değişiyor. Örneğin sığır üretimi emisyonların yüzde 65’ini, domuz üretimi yüzde 9’unu, manda sütü ve tavuk yetiştirme ile yumurta üretimi ise yüzde 8’ini oluşturuyor. Emisyonların büyük bir kısmını metan gazı oluşturuyor. Metan gazı, hayvanların sindirim esnasında salgıladığı bir gaz. Ancak hayvancılığın iklime etkisi, bununla sınırlı değil. Hayvanlara verilen gübrelerde yüksek oranda azot (nitrojen) bulunduğundan atmosfere bol miktarda azot gazı ve karbondioksit de salınıyor. WWF’nin yaptığı bir çalışmada, Almanya’da kişi başına et tüketiminin 2020 yılında 57,3 kilogram olduğu belirlenmiş. Et tüketiminin yarı yarıya azaltılması ve sofralarda daha fazla sebze ve meyvelerin yer alması, araştırmaya göre beslenmeye bağlı sera gazı emisyonlarını ve doğal alanların tüketimini çok önemli oranda azaltacağını göstermiştir. Benzer şekilde BM Çevre Programı (UNEP) raporunda, et tüketiminin doğa ve çevreye büyük ölçüde zarar verdiği belirtilerek bu zararın azaltılması için beslenmede bitkisel gıdalara ağırlık verilmesi gerektiği vurgulandı. Dünya genelindeki et sanayinin ve tarım sektörünün doğaya en çok zarar veren unsurlar olduğu belirtilerek geçen 50 yıl içinde biyolojik çeşitliliğin ve yaşam alanlarının kaybının hiç bu kadar düşük seviyede olmadığına dikkati çekildi. Bunun en önemli nedeninin de doğal ekolojik sistemlerin hayvanlar için otlak veya yem üretiminde kullanılması olduğu ifade edildi.

Tarımsal açıdan bakıldığında da, küresel sera gazı salınımında tarımın ortalama yüzde 24’lük payı var. Gıda güvenliğinin sağlanamamasında en önemli nedenlerin başında gelen gıda fiyatlarındaki artışın nedenleri; tarımsal girdi (enerji, gübre, ürünlerin işlenmesi vb.) fiyatlarının artması, tarım arazilerinin azalması, artan piyasa rekabeti, küçük çiftçilerin pazara girişinin sınırlanması ve spekülatif fonlarla tarım sektörüne yapılan saldırgan yatırımlar, yatırımların eşitsiz dağılımıdır (Kraychev, 2010). Diğer yandan gıda fiyatlarındaki artışlar, tüketicilerin satın alma gücünü azaltarak tüketilen gıdanın miktarı ve aynı zamanda kalitesini de etkileyerek gıda güvencesinin bir diğer ayağı olan güvenilirlik konusunda, ciddi sağlık sorunlarına yol açabilecek riskleri artırmaktadır ve son verilere göre bu sektörden kaynaklanan salınım, 2050 yılına kadar yüzde 50-90 artacaktır.

Daha sürdürülebilir ve onarıcı tarımsal uygulamaların hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu uygulamalara dönüşümün sağlanması, yalnızca sera gazı salınımını azaltmakla kalmayacak, aynı zamanda karbonu azaltacak ve biyoçeşitliliği, havzaları, toprağı ve geniş çaplı ekosistem hizmetlerini koruyacak ve iyileştirecektir. Bütün bu üretim sonuçları ışığında, bir de tüketilmeden israf olan gıdalar sebebiyle de doğal kaynaklarımız boşa harcanmaktadır. BM raporuna göre 2019’da 931 milyon ton gıda çöpe giderken 690 milyon insan açlıktan etkilenmiştir. BM’nin 2030’a kadar kişi başına düşen küresel gıda atığını yarıya indirme hedefi var.